Bin sekiz yüzlü yılların başından itibaren Osmanlı dağılma
sürecine girdi. İlk önce Yunanlılar kopmuş, sonra diğer Balkan halkları, daha
sonra da Araplar kopmuş veya koparılmışlardır. Son kalan topraklarımızı
kurtarabilmek için bir istiklal savaşı verdik ve küçük bir coğrafyayı, Anadolu
isimli yarımadayı elde tutmayı başardık. Elimizde kalan yedi yüz seksen bin
kilometrelik coğrafyada bir ulus devleti kurarak bugünlere geldik. Ama
düşmanlarımızın bize olan kin ve intikam hisleri hiç eksik olmadı, bu coğrafyayı
hep kontrolleri altında tutmak istediler.
Evet, Anadolu
coğrafyası tarih boyunca hep netameli bir bölge olmuş. Hıristiyan- Ortodoks
mezhebinin merkezi olan Patrikhane İstanbul’da. Ortodoksların en büyük ve eski
kiliseleri İstanbul’daki Ayasofya. Dünyanın ilk kilisesi bizim Hatay
topraklarında. Meryem Ana ve Noel Baba gibi kutsal kişiliklerin mezarları bu
topraklarda sanılıyor. Yani Hıristiyan alemi için bu toprakların ayrı bir
manevi anlamı var. Ayrıca stratejik açıdan dünyanın en cazip bölgesidir Anadolu.
Üç kıtayı birbirine bağlayan, ticaret ve enerji yollarını üzerinden geçiren
Anadolu toprakları tabii güzellikleriyle, tarihi ve antik zenginlikleriyle,
kıymetli madenleriyle, tarım potansiyeliyle, endemik bitki çeşidiyle,
sıcakkanlı insanlarıyla, genç nüfusuyla ve zengin kültürel değerleriyle
kıskanılmakta, dikkat çekmektedir. Böyle bir coğrafyayı elbette elde tutmak da
zor, idare etmek de,
Bu günlerde Anadolu’nun kıskananları daha da çoğaldı. Çünkü
on bir yıldır hep oyunu artıran istikrarlı bir hükümeti var. Her yıl yüzde
beşten fazla büyüyen bir ekonomisi var. Hükümetinin dik duran korkusuz bir
lideri var. Bu liderin sevenlerinin ve destekçilerinin oranı yüzde ellinin
altına hiç düşmüyor. Böyle giderse muhalefetin iktidara gelmesi yakın gelecekte
hiç mümkün olmayacak. İşte dışarıyı ve içeriyi çılgına çeviren, kara kara
düşündüren bu tablo. İçeriden ve dışarıdan bu ülkeyi karıştırmak gerekir (!)
Liderin klasını, halk nezdinde güvenini sarsmak gerekir (!) Yolsuzluk yaftalarıyla karalamak ve
başarılarını gölgelemek gerekir(!) Bundan böyle Ak Partinin başına halkın
nezdinde alımlı, ama dışarıya bağımlı bir lider aramalı ve bulmalı(!) Polis,
Asker, MİT ve Yargı bir araya gelip hükümeti gözden düşürmeli ve bir yolunu
bulup iktidardan uzaklaştırmalı(!)
Ama şunu görmüyorlar: O Başbakanın arkasında dışarıda ve
içeride milyonlarca mazlumun duası var. Suriyeli sığınmacıların, Gazzeli
mazlumların, Afrikalı mağdurların, hatta bütün bir ümmetin nazları ve niyazları
var. İşte başını yemek istedikleri Başbakanı ayakta tutan bu gözü yaşlıların
dualarıdır, Allah’ın görünmeyen ordularıdır. Bugün için Tayip Erdoğan’ın
olmadığı bir Ak Parti düşünülemez.
Bu ülke ne zaman
atağa kalksa, ekonomik bağımsızlığını ilan etse, birileri ayaklarına pranga
vurmak için harekete geçiyor. 17 Aralıkta ve 24 Aralıkta yapılmak istenen bu.
Girişimlerin, operasyonların ardı arkası kesilmiyor. Bir kısım terörle mücadele
savcıları ve onlara bağlı kolluk güçleri, başka bir ifadeyle paralel devlet
heveslisi bir kısım emniyet ve yargı mensupları, hükümeti dışarıda ve içeride
köşeye sıkıştırmak için elinden geleni yapıyor. Her gün Suriye sınırında tırlar
aranıyor. Jandarma ve Polisteki bir
kısım alt birimler ve bir kısım savcılar, yetkilerini aşarak Başbakan’ın ve
hükümetin kuyusunu kazmak için her gün bir operasyona imza atıyor. Olan
devletin itibarına oluyor. Koca Türkiye Cumhuriyeti, terör odaklarına silah
taşıyan bir konuma düşürülüyor. Hükümetin tek dayanağı MİT. Belki MİT de parçalı, belki oradan da “tavşana
kaç tazıya tut” diyen var.
Hükümet, Milli İstihbarat Teşkilatımızı yeniden gözden
geçirmeli, İstihbarat içindeki çürük elmaları ayıklamalıdır. Anadolu
coğrafyasında tutunabilmek ve ayakta kalabilmek için CIA ve MOSSAD’dan geri
kalmayan bir MİT’imiz olmalıdır. Maalesef bugün Yargıda, Emniyette ve
İstihbaratta at iziyle it izi birbirine karışmıştır.
[ Arşivle! ]
[ Yazdır! ]
[ Postala! ]
|