Geçen haftaki yazımda, 12 Eylül askeri
darbesine nasıl zemin hazırlandığını, misallerle anlatmaya çalıştım.
Öncelikle şunu belirtmek istiyorum. 12
Eylül öncesinde yaşananları, CİA’nın Avrupa’da bazı Nato ülkelerinde oluşturduğu
Gladio yapılanması veya Bülent Ecevit’in 1978 yılında Başbakanlığı döneminde
açıkladığı, Kontrgerilla oluşumlarından, ayrı düşünemeyiz.
12 Eylül Darbecilerinin başı olan Kenan
Evren’in sınıf arkadaşı ve 12 Eylül döneminin II. Ordu Komutanı Orgeneral
Bedrettin Demirel'in, "Bir yıl önce planlamıştık. Ama şartların
olgunlaşmasını bekledik." sözünden yola çıkarsak; darbeci
generaller ve onlara çanak tutanların gözünde; memleket evlatlarının BİR SİNEK
KADAR değeri olmadığını anlıyoruz. Silahlı olayların yoğunluk kazandığı
1975’ten 12 Eylül’e kadar geçen süre içinde yaklaşık 5.000’in üzerinde vatan
evladının öldüğü söylenir. Olgunlaşması için beklenilen bir yıl içinde, yani 12
Eylül 1979 tarihinden 12 Eylül 1980 tarihine kadar, resmi rakamlara göre 1.108
ölüm, 5 bin 467 yaralama meydana gelmiştir. Gerçek rakamın, çok daha fazla
olduğunu sanıyorum.
26 Aralık 1978'de Kahramanmaraş olayları
nedeniyle 13 ilde (Adana, Ankara, Bingöl, Elazığ, Erzincan, Erzurum, Gaziantep,
İstanbul, Kars, Malatya, Kahramanmaraş, Sivas, Şanlıurfa) sıkıyönetim ilan
edilmiş; daha sonra Adıyaman, Diyarbakır, Hakkâri, Mardin, Siirt ve Tunceli, Hatay,
İzmir ve Ağrı da dâhil edilmişti.
Bu illerdeki sıkıyönetim komutanlarına
verilen yetkiler valilerin üzerindeydi. Buna rağmen terör olaylarına gerekli
müdahaleler kasıtlı olarak yapılmadığı için, terör olaylarının artmasına göz
yumuldu.
12 Eylül Darbesini yaşayanlar bilir,
darbenin gerçekleşmesini müteakip, silahlı çatışmalar tabiri caizse, bıçak gibi
kesildi.
Genelkurmay 1982'de hazırladığı
"Türkiye'deki Anarşi ve Terörün Durumu" adlı raporda şunlar
yazıyordu:
"12 Eylül
1980 tarihinde TSK'nın yönetime el koyması ile birlikte, yurdumuzu giderek iç
savaşa sürükleyen anarşi ve terörle; kararlı, cesur ve amansız bir savaşım başlatılmıştır.
12 Eylül
Harekâtı'ndan sonra, sıkıyönetim güvenlik kuvvetlerinin başarılı çalışmaları ve
sağlanan güvenli ortam sayesinde, ülkemiz bir silah deposu olmaktan
kurtarılmıştır."
12 Eylül
Darbesinde neler yaşandı?
Darbenin kimin için ne adına yapıldığı,
önem arzetmektedir.
Darbecilerin başı ola Kenan Evren
televizyonda yaptığı konuşmanın bir bölümünde:
“Aziz Yurttaşlarım;
Bir defa daha belirtiyorum ki; Silahlı
Kuvvetler aziz Türk Milletinin hakkı olan refah ve mutluluğu, vatan ve milletin
bütünlüğü ve gittikçe etkisi (azalmaya) azaltılmaya çalışılan Atatürk
ilkelerine yeniden güç ve işlerlik kazandırmak, kendi kendini kontrol edemeyen
demokrasiyi sağlam temeller üzerine oturtmak, kaybolan devlet otoritesini
yeniden tesis etmek için yönetime el koymak zorunda kalmıştır.” dese de; dönemin
ABD Başkanı Carter'a Ankara'daki Amerikan diplomatik kaynaklarından geçilen "Bizim
çocuklar başardı" cümlesi; 12 Eylül darbecilerinin, kimin menfaati
için darbe yaptıklarının apaçık kanıtıydı.
Siyasi Partiler ve Türk Hava Kurumu,
Çocuk Esirgeme Kurumu ve Kızılay dışındaki, tüm dernekler kapatıldı.
Süleyman Demirel ile Bülent Ecevit
Hamzakoy’a; Necmeddin Erbakan ve Alparslan
Türkeş Uzunada'ya sürgün edildiler. Süleyman Demirel ve Ecevit hariç, bütün
parti liderleri tutuklanıp, yıllarca hapis yatırıldı ve yargılandılar.
12 Eylül Darbesi, tabiri caizse sivil
halkın üzerinden buldozer gibi geçti. 650 bin kişi gözaltına alındı, açılan 210
bin davada 230 bin kişi yargılandı, 7 binden fazla kişi için de idam cezası
istendi. Bunlardan 517 kişiye idam kararı verildi ve 50 kişi idam edildi.
Kenan Evren’in bir okul ziyareti
sırasında, ani bir kararla Kürtçe konuşmayı yasaklamasıyla, Güneydoğuda yaşayan
Kürt vatandaşlarımızın büyük bir çoğunluğunun mağduriyetinin yolunu açıyordu.
Güneydoğu’da olaya karışan karışmayan, binlerce kimse, gözaltına alınıyor ve
işkencelerden geçiriliyordu.
Ankara Mamak ve İstanbul Metris’te
işkence çoktu, fakat Diyarbakır Cezaevinde, çok daha zalimane işkenceler
yapılıyordu. Diyarbakır’da 2 yıl gibi kısa bir süre içinde 48 kişi; işkence,
ölüm oruçları ve açlık grevlerinden dolayı, hayatını kaybetti.
Diyarbakır 5 Nolu Cezaevinde yapılan
işkencelerden bazıları:
“Tutuklular havalandırmada çırılçıplak
soyundurulup tek sıra halinde dizilirler, sıranın ön tarafında duran tutuklu
sırt üstü yatırılırdı. İkinci tutuklu, yatan tutuklunun testis ve erkeklik
organlarından tutarak yukarı kaldırır, tutuklunun kaç kilo geldiğini söylemesi
istenirdi. Tüm tutuklular birbirini tartana kadar bu işlem devam ederdi.”
“Gardiyanlar copu zeytinyağına batırır ve
yağlı copu tutuklunun makatına zorla sokardı. Sonra bu copu kendisine ya da bir
başka tutukluya yalatırlardı.”
“Tutuklular havalandırmaya çıkarılır, İki
kişi çırılçıplak soyundurulur, bunlardan birisi domalıp iki eliyle diz
kapaklarını tutar, diğeri de arkadan bunu kucaklardı. Gardiyanın "uygun
adım marş" demesiyle her iki tutuklu havalandırmada dolaşırlar, diğer
tutuklular zorunlu olarak bunları izlerdi.”
“Bir gün bir arkadaşımızı dışarı çıkarıp
cop soktular; bunu gardiyanlar çok açık yaptılar. Çocuğa önce “Copu
zeytinyağına batır” dediler. “Yağı elinle copun her tarafına sür.” Sonra
merdivenin dibinde çocuğa “domal” dediler. Üç-dört gardiyan çocuğa defalarca
cop sokup çıkardılar. Bu arkadaşımız bir ay boyunca koğuşta başını
kaldıramıyordu; etrafa bakamıyordu; çok kötü bir şey yapmış gibiydi; alnından
hep ter akıyordu; birkaç arkadaşa daha aynısını yaptılar, ben hep ter olayını
gördüm, alınlarından hep ter akıyordu.”
“Sonra bir gün koridordan çok acı bir ses
geldi; inleyerek, ama çok acı bir iniltiyle “Neee mutluuu Türküm diyeneee”
diyordu, sesi uygun adıma yakın bir tempoyla geliyordu. Birkaç gün sonra
anladık ki, komşu bir koğuştan bir adama cop sokup yürütmüşler, cop adamın
içindeyken yürütüyorlar. Ama çok acı bir sesti, hiçbir işkence seansında
duymadığım bir iniltide sesti...”
Diyarbakır 5 Nolu Cezaevinde yatanları
ziyarete gelen yakınları da, işkencelerden nasibini alıyordu. En basiti yaşlı
ziyaretçiler, Türkçe konuşmasını bilmedikleri ve Kürtçe konuşmak da yasak
olduğu için, işaretle anlaşmak zorunda kalıyordu. Ziyaret süresince ayakta
durma mecburiyeti, yaşlılar için başlı başına bir işkenceydi.
Diyarbakır Cezaevinden tahliyeler 1984 yılında
başladı. Tahliye olanların hemen tamamı dağa çıkıp, PKK’ya katılıyordu.
Bildiğiniz gibi PKK’nın ilk eylemi de, bu
dönemde; 15 Ağustos 1984 tarihinde Siirt'in Eruh ve Hakkâri'nin Şemdinli
ilçelerine eş zamanlı yapılan baskınlardır.
Böylece Türkiye’nin başına, PKK belasını
sarmış oldular…
[ Arşivle! ]
[ Yazdır! ]
[ Postala! ]
|