1990’lı
yıllarda Rusya Birliği’nin dağılmasıyla Türk Cumhuriyetlerinden Müslümanlar,
akın etmeye başlamıştı Türkiye’ye. Özbek hocalarından biri de yine kendisi gibi
hoca olan hanımıyla beraber hacca gitmek için İstanbul’a gelirler.
Rusya
döneminin ucuzluğuna kanarak, cebine elli lira koyar ve Rus uçağıyla İstanbul’a
gelir. Havaalanından Beyazıt’a gelince, cebindeki paranın tamamını taksici alır
ve beş parasız İstanbul’da kala kalır.
Beyazıt
camiinde öğle namazını kılarlar, dışarıda kara kara düşünmeye başlarlar. Hacca
gidecek bilet parası, öğle yemeği parası, otelde kalacak para hepsi dert olur,
ağızlarını bıçak açmaz. Durumu gören gencecik bir üniversite öğrencisi, durumu
sorar, öğrenir, çare bulmam için bana getirir.
Ben de
evinde yedirip, yatırmanın dışında yapabilecek bir şeye sahip değilim. Birkaç
gün bizde kaldık. Bir fabrikanın muhasebesini yapan değerli bir arkadaşım
durumu öğrenince, patronuna anlatır ve o da hacca gidiş biletlerini
alıvereceğini söyler.
Sevdiğim bir
arkadaş, hac işi yapardı. Onun hacca gideceği uçaktan bilet aldırdım ve o iki
kişinin yatacağı yeri hac şirketinin sağlamasını temin ettikten sonra, Tefsir
derslerime katılan bir noter de hacca gidecekti, bu iki müsafiri onunla
tanıştırdım ve hac boyunca, bu ikisinin yeme-içmesi sana ait diyerek yolladım.
Rus zulmü
altında gizli gizli İslami eserlerin tamamını okuyabilecek ve konuşabilecek
kadar, Arapça öğrenmiş bu değerli hoca efendinin hanımı da gizlice öğrendiği
dinini, açıklık politikası başladığı günlerde, açıktan okutmaya evinde
başlayıvermiş.
Asıl konuma
geleyim. Birkaç gün bizde kaldılar ya işte o zaman içinde ben, özbe öz Türk
köyü olan köyümde öğrendiğim ama en az kırk yıldır konuşmadığım kelimelere,
yeniden can geldi, evin içinde dolaşmaya başladılar.
Hanımı
soruyor, “Bu çocuk bunun kardeşi mi?” diyor, nasıl bildin dediklerinde
“Okşuyor” diyor.
“Benziyor”
anlamına gelen “Okşuyor” kelimesini, ben çocukken bilirdim ama en az kırk
yıldır, hiç dilimden dışarı çıkmamıştı.
“Sala”
kelimesi dirildi o günlerde.
Sela veya
sala deyince, hemen cami minaresinden sevgili peygamberimize yapılan dua akla
gelir. Doğrudur ama bizim köyde sela veya sala kelimesi, meydan okumak olarak
kullanılırdı.
Çocuklar
kendi aralarında birbirlerine meydan okuduklarında, Özbek hocanın hanımı
gülerek, “Bak hele sela okuyor” deyince, hafızamın kıvrımlarında sıkışıp kalan
ve hiç görünmez yerlerde gizlenen kelime, fırlayıverdi meydana.
Hüseyin
Kazım Kadri’nin lügatine baktım, sala kelimesini sad harfiyle yazmış. Demek ki
sinle sela değil, sala imiş.
Mübareze,
meydan okuma, rest çekme, gözdağı verme, düello manalarına gelen bu sala
kelimesi, şairlerimiz tarafından da kullanılmış.
Yenişehirli
Avni: “Ey özlü sözlerin kıblesini arayanlar, size meydan okuyorum, konuşun ama
benim sözüm söz Kâbe’sinin Bilal’idir” anlamında:
“Essala ey
kıble cûyânımaaniessala
Guşedin kim,
Kâbe-i nazmın Bilal’idir sözüm” diyor.
Nef’i de,
söz erbabı arasında kendisinin üstünlüğünü inkâr edecek birinin olmadığını,
varsa da birkaç tane kendini şair zanneden sefihlerden olduğunu söyledikten
sonra bütün söz sultanlarına meydan okuyarak “Sala” der:
“Yok münkir
olur tab’ımaerbâb-ı suhande
Var ise
bir-iki müteşâ’irsüfehâdır
İnkâra kimin
cür’eti var ise desinler
Yârân-ı
suhan-fehm ü suhan-gûya salâdır”
Hatta Nef’i,
bu meydan okumayı sınırların dışına da çıkarır ve doğudan batıya kadar bütün
söz ehline meydan okur:
“Var mı bir
böyle kaside demeğe cür’et eder
Şarktan
garba varınca sühan ehline sala”
Ama sıcacık
evlerde otururken sözle yedi düvele meydan okumak kolay.
Dünya
edebiyatında kahramanlık destanlarının en birincisi kabul edilen Şehname isimli
eserin yazarı Firdesi-i Tusi, gece dışarı çıkamayacak kadar korkakmış.
Gazne Devlet
Başkanı Sultan Mahmut, onu ödüllendirmek için para ve hediyeler
göndermiş.
Firdevsi de
bu haberi duyunca Sultan Mahmud’u hicveden/alaya alan şiirlerini hatırlamış ve
askerler beni öldürecek diye hep kaçmış ve sonunda gizlendiği köye askerlerin
geldiğini duyunca kalpten ölmüş derler.
Dilin
uzandığı yere kılıcını uzatamayan sahte kahramanlar olduğu gibi, kılıcını
uzattığı yere dil uzatmayan ama dilini uzatan düşmanın dilini kesen kahramanlar
vardır. Ve bu günlerde bu türden kahramanlara ihtiyaç vardır.
On bin
kilometre uzaktan gelip, evimizin önünde kabadayılık pozuna soyunanlara sınırda
“Sala” diyerek, haddini bildirmektir kahramanlık.
[ Arşivle! ]
[ Yazdır! ]
[ Postala! ]
|