Birleşmiş Milletler Irk
Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılması Komitesi, Çin'de ayrımcılığa uğrayan
topluluklarla ilgili olarak, İsviçre'nin Cenevre kentinde Ağustos ayında
düzenlediği toplantıda, İnsan Hakları örgütleri; Çin hükümetinin direktifiyle
Doğu Türkistanlı yerel yöneticilerin “Siyasi eğitim merkezleri”
oluşturduğunu ve herhangi bir yargı kararına dayanmadan, 3 Milyona yakın
Müslüman Uygur Türküne “sistematik insan hakları ihlallerinde bulunduğunu”
duyurmuştu.
Merkezi Çin hükümeti ise
bu iddiaları yalanlamaktaydı. İlk defa Ekim ayı içerisinde, Doğu Türkistan'daki
Komünist Parti'nin iki numaralı ismi Şöhret Zakir (kendisi de Uygur Türkü),
kampların bölgede aşırılığın engellenmesi ve güvenliğin sağlanması amacıyla
kurulduğunu itiraf etti.
Geçtiğimiz günlerde bir
haber yayınlandı. Çin’in Doğu Türkistan’da (Sincian-Uygur Özerk Bölgesi)
uyguladığı politikalarda Atatürk’ü örnek aldığını yazdı.
Bu haberi internette
okuduğumda, aklıma birden 1990 yılı Eylül ayında, Tahran’da bir konferansta
tanıştığım Tacikistan Kültür Bakanlığı’nda görevli Halık Nazar yadıma
düştü.
Kendisi o zamanlar 60
yaşın üzerindeydi ve uzun yıllardır, Tacikistan Kültür Bakanlığında müşavirlik
yapıyordu. Vahdet Konferansı’nda tanıştığım diğer bir dostum Azerbaycan
Bakü’den Timur Kuliev Pervizoğlu idi. Her ikisiyle uzun uzun sohbetler yapmış
ve o zaman çalıştığım Tevhid Dergisi’nde bunları yayınlamıştım.
Halık Nazar ile sohbetimizin can alıcı bölümünü, Stalin döneminde
Tacikistan’da Kuran öğretimi yasağı uygulamasıydı. Halık Nazar anlattıkça;
babam ve başka yaşlıların çocukluklarında yaşadıklarını anlatmaları aklıma
geliyor, taaccüb ediyordum.
Halık Nazar, Kur’an
yasaklanmasıyla ilgili olarak şöyle anlatmıştı:
Sovyetler Birliği Başkanı
Stalin’in döneminde, Tacikistan’da Kuran öğreniminin yasaklanması üzerine;
kırsal bölgelerde dağların zirvelerine yakın ücra yerlerde evler yaptık ve
köylerden Kuran öğrenmek isteyen çocuklarımızı oraya götürüp, hocalarımız
tarafından Kuran’ı öğrettik. Kasaba ve şehirlerdeyse, evlerimizin altlarını
kazarak oluşturduğumuz odalarda, gizlice Kur’an eğitimi veriyorduk. Böylece
çocuklarımıza dinimizi gizlice öğrettik.
Müslüman Boşnak
kardeşlerimizin çektiği sıkıntıları, Hırvat ve Sırplar tarafından uygulanan
zulümleri, Türkiye Müslümanlarına duyurmak için 1992 yılı Kasım ayında, Bosna
Hersek’e gitmiştim. Gorni Vakıf şehrinde tanıştığım Hafız Fahriya Hacıabdiç
de, Tito döneminde İslam ve Kuran’ın nasıl yasaklandığını anlatmıştı.
Soğuk savaş dönemini,
şöyle bir hatırlayalım. Dünya, iki büyük kutba ayrılmıştı. Komünist Blok ve
Kapitalist Blok.
Her iki blok ‘İslam
düşmanlığı’ hususunda hemfikirdiler.
Türkiye Cumhuriyeti güya ‘Hür
Dünya’ diye adlandırılan, Kapitalist Blok tarafında yer almıştı. Ama İslami
inanç ve Kuran eğitiminin engellenmesi hususunda, Komünist Sovyetler Birliği
Lideri Stalin’den geri kalmamıştı.
Bazı yazarlar
televizyonlara çıkıp, Mustafa Kemal döneminde Kur’an’a ve İslam’a yasak
getirilmediğini, hararetle savunuyor ve o zaman dilimiyle ilgili anlatılanların,
yalan ve uydurma olduğunu iddia ediyorlar.
Gerçekler saklanamaz ki,
bir gün mutlaka açığa çıkar…
İrtica*
Babamın mescidinde
çocuklara yaptığı Kur’an dersleri, yasağın şiddeti arttıkça, arada bir kesiyor,
sonra tekrar başlıyordu. Polislerin gelip gitmesi 1934-35 yıllarında şıklaşa.
Baskı arttı. Derslere sık sık ara vermek zorunda kalındı.
Bunlardan, bana çok acı
gelen bir hâdiseyi hâlen unutamam:
Bir gün, daha gün
doğmadan, mahallenin sığırları, inekleri ahırlarından çıkıp yayılmaya gitmeden,
ağnam vasi hayvan vergisi memuru, tahsildar, hayvanları saymak için yanında bir
polisle gelmiş. Ona göre vergi yazacak.
Bu sırada babamdan ders okuyup
evlerine dönen birkaç çocuğa rastlamışlar. Çocukların ellerinde Kur’an cüzleri
var.
“Nereden geliyorsunuz?”
“Camiden.”
“Nerede cami? Kim
okutuyor? Hocanız kimi”
Doğru camiye gelmişler.
Peder onların dış kapıdan girdiklerini görmüş...
Babamın birdenbire bir atlayışı,
bir telâşı, bir koşması var...
O hâlin, bizde uyandırdığı
ürküntüyü, korkuyu ve dehşeti, kat’iyyen unutamam...
Oturduğu minderinden,
aniden kalktı; ders okuttuğu müezzin mahfilinden fırladı, indi... Mescidin
kapısına koştu... Ders verirken görülmeyecek, cürm-i meşhud hâlinde yakalanmayacaktı!
Tahsildarla polis
ayakkabılarıyla camiye girdiler. Tahsildar:
“Demek şehrin merkezinde
Arap harfleri okutuluyor' İrticai hareket, öyle mi! Polis efendi, zaptını tut!”
İçimde Kanayan Yara
Merhum babamın, o gün, o
zâlime bir yalvarması var... O günden kalan yara, hâlâ içimde kanar.
“Lütuf buyurun beyefendi,
lütuf buyurun!..." diyor, adamı insafı getirmeye çalışıyordu. Polis, bir
ara bırakıp gitmek istedi. Ama tahsildar onu da tehdit etti. Hatta polis dışarı
çıkmıştı. Fakat o zalim, polisi de tehdit ederek içeri çekti:
“Polis efendi, zabıt
tutacaksın! Yoksa seni de şikâyet ederim.’' dedi.
Babacığım, bin bir
zahmetle kurduğu ders düzeninin bozulacağına, çocukların Kur'an’sız
kalacaklarına üzülüyor; yuvası üzerine titreyen bir kuş gibi çırpınıyordu:
“Beyefendi, istirham
ederim. Bakınız daha sabah ezanı okunmamışken, ben rahat evimi bırakıp
gelmişim. Bu yavrular ilim için, sıcak yataklarından kalkıp, karanlıkta buraya
geliyorlar. Bunları kaldıran, giydiren, gönderen anaları düşünün, onların
Kuran’a olan aşklarını düşünün... Beyefendi, ben de evimde oturur rahat ederim.
Daha evimde bir kahvaltı etmiş adam değilim. Sadece ismini duyarım, kahvaltı
nedir bilmem...”
Bu Adamlar Nereden Çıktı
Fakat ne dese boşunaydı…
Çünkü adam cam dinsizdi ve din düşmanıydı. Babamın aleyhine zabıt tutturdu.
Şikâyette bulundu. Bu tahsildar Konyalıydı. Kendisini tanıyorduk. Kayınpederi,
dindar, sakallı, yaşlı bir zattı. Onu da aracı yaptık; ama o zalime fayda
etmedi. Belki bu hareketiyle, ne kadar devrimci olduğunu göstererek, zamanın
din aleyhtarı Halk Partili âmirlerinden bir aferin, belki bir makam elde etmek
istiyordu.
Böyle mütecaviz, saldırgan
dinsizler, bin yıldır Müslüman olan, İslâm'ın müdafii, alemdârı olan bu mübarek
milletin içinden nasıl çıkabildi, diye bazen düşünürüm. Bu muhakkak çok geniş
ve derin tahliller isteyen bir meseledir. Ancak şu kadarı söylenebilir ki:
Birkaç yüz yıldır, akıllı, şuurlu ve sünnete uygun, hurafelerden uzak gerçek
bir din tahsilinin ihmâl olunması, bu gibi bozuk zümrelerin ortaya çıkmasını
kolaylaştırmıştır...
*Ali Ulvi Kurucu Hatıralar
– M. Ertuğrul Düzdağ
Kaynak Yayınları-İzmir
2008 / Sayfa: 77-78
[ Arşivle! ]
[ Yazdır! ]
[ Postala! ]
|