Şeyh
Sadi Şirazi, dünya dillerine tercüme edilen “Gülistan” isimli eserinde: “Ömrüm
boyunca, çağın değişmesinden etkilenmemiş, isteklerime ulaşamamaktan acı
çekmemiştim. Bir keresinde, parasız kalmış, ayakkabı alacak param olmadığından,
çıplak ayakla Kufe Camii’ne girmek zorunda kalmış, büyük üzüntü duymuştum.
Fakat camide ayaksız birini gördüm ve durumuma şükrettim. Ayaksız olmaktansa
yalınayak olmayı tercih ederdim.”
Diyor
ve bir başka olayı şöyle anlatıyor: “Yalınayak, başı kabak bir derviş, Hicaz
kervanına katılarak (Küfe’den) çıktı. Bize yoldaş oldu.
Salınarak
gidiyor, şu beyitleri terennüm ediyordu: “Ne devenin üstündeyim, ne eşek gibi
yük altındayım. Ne başkasının efendisi, ne padişahın kölesiyim. Mevcut bir
şeyim yok ki gamını taşıyayım.
Yok
olan bir şey için de, ‘olsaydı’ diye keder etmiyorum. Rahat nefes alıyorum. Her
nefesim bir ömür yerine geçiyor.”
Burada
ben, Kanuni’nin: “Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi. Olmaya devlet
cihanda bir nefes sıhhat gibi” beytini hatırlayıverdim.
Şeyh
Sadi devam ediyor:
“Yolculardan
deveye binmiş birisi ona şöyle dedi: Derviş, nereye gidiyorsun? Geri dön,
meşakkate dûçar olur, ölürsün.” Derviş bu sözü dinlemedi. Yürüyerek çöle daldı.
(Küfe’den)
itibaren üçüncü konak olan (Nahle-i Mahmud’a) eriştiğimiz zaman, o deveye binmiş
olan zenginin eceli geldi, öldü.
Derviş
onun başı ucuna geldi. Şöyle dedi: “Biz meşakkat ile ölmedik: Sen yürük deve
üzerinde öldün.” (Siz buna, ‘Mercedes içinde can verdin’ deyin)
Birisi
bütün gece hastanın başı ucunda ağlamış, gündüz olunca ağlayan ölmüş; hasta
kalkmış, yaşamış.
Nice
rahvan at olur ki yolda kalır; buna mukabil, topal eşek menzile varır.
Nice
sağlam adamları toprağa gömdüler. Beri tarafta nice müthiş yara yemiş insan
ölmedi” diyor Sadi Şirazi.
Para
içinde yüzen ama yüzü gülmeyen, çatık kaş, asık suratlı fakirler ve her
ikisinin elinde silahlar, arada aşkları kaynayıp giden âşıklar, son günlerin
romanları, filmleri, tiyatroları, umutları tüketirken, ufukları karartırken,
çaresiz kalan insanların ne yapacağını kestirmek zorların en zorudur.
Köyün
en yaşlısını sordum “103 yaşında filan” dediler.
Köyün
zenginlerinden en yaşlı öleni 65 i bulabilmiş.
Dünya
fakiri ahiret zengini bu adamın aklı başındaymış.
İlahiyat
mezunu oğlu, Kur’an kursu öğretmeni kızı ve diğer çocukları her gün
sırayla sabah kahvaltısndan yatıncaya kadar onun yanında kalıyorlarmış ve Pazar
günü de bütün çocukları ve torunları onun evinde piknik yapıyorlarmış.
Pisikolog
bile bunu başaramıyor.
Pisikoloğunu
öldüren adam ifade verirken: “Doktoruma gittiğimde ona zenginlerin yaşamından
etkilendiğimi, onların o eğlence hallerini gördüğümde kin beslemeye başladığımı
anlatıp, yardım istedim. Bu duygudan nasıl kurtulabileceğimi sordum. Ancak o
benimle alay ederek “sana yazdığım ilaçları tam ve zamanında içersen
kurtulursun demişti, ben de onu öldürdüm” demiş.
Hayatta
hiçbir insanın şahsına hakaret etmemek, alaya almamak gerekir. Sevgili
peygamberimizin canına kasteden kararı alan, Mekke parlamentosunun üyeleri
hakkında, onların şahsını aşağılayıcı, alaya alıcı hiçbir sözü yoktur.
Mekke’nin fethinden sonra onların çoğunluğu Müslüman olmuşlar.
Müslüman
ve olmayanlara geçmişte yaptıkları kötülükleri yüzlerine vurulmadığı gibi ima
bile edilmemiş.
Bir
tek kâfirin, kâfirlik pisliğinden kurtarılması için bir dünya dolusu altını
versek israfa girmez.
Tazmanyalı
Aborjinlerden, Hint fakirlerinden, Amerika senatosundan, her hangi bir hastanın
tedavisi için harcanan milyarlar da israfa girmez.
Hastanın
da, kâfirin de şahsıyla alay edilmez, aşağılanmaz ama hastalıkları tedavi
edilir. Çünkü biz, rahmet peygamberinin rahmet ümmetiyiz.
[ Arşivle! ]
[ Yazdır! ]
[ Postala! ]
|